TÜRKİYE’nin LİYAKAT – SADAKAT SORUNU, KÖKENLERİ, ÇÖZÜMÜ

TÜRKİYE’nin LİYAKAT – SADAKAT SORUNU, KÖKENLERİ, ÇÖZÜMÜ

A+ A-

Ülkemizde bir alışkanlık vardır: Bir sorunu tespit ettik ve eğer çözebileceksek, bildiğimiz tekniklerle çözmeye çalışırız. Çözemezsek de birilerini suçlayıp izlemeye devam ederiz. Ama, büyük çoğunlukla sorunun köküne inip nedenleri yeterince analiz etmeyiz.

Daha önceki bir yazımda da sözünü etmiştim, bir eski siyasetçimize atfedilen anekdot vardır: Türkiye’de en çok ne yetişir diye sormuşlar, o da ‘hain’ demiş. 

Doğrudur, Cumhurbaşkanlığı Forsunda daha önce kurulmuş 16 Türk devletini temsil eden 16 yıldız vardır. Hatta bazı iddialara göre, gerçekte bu rakam çok daha da büyüktür. Halkımız bununla gurur duyar, ben ise neden gurur duyulduğunu hiç anlayamam, çünkü bu devletlerin hemen hepsi, bir öncekinin parçalanması, yeni olanın eski ile savaşması, liderlerin ve savaşçıların birbirlerini öldürmeleri sonucu kurulmuştur. En büyük dünya imparatorluğunu kurmuş olan İngiliz’ler de zaman içinde zayıflamış, küçülmüşlerdir ama hep bir tek İngiliz devleti olmuştur. Hemen her halk için de bu geçerlidir, bir tek Türk halkı birbirine düşüp bu kadar çok devlet kurmuştur. 

Bugün de, çok yakın bir geçmişte bir FETÖ olayı yaşadık. Yurt dışında bir merkezden organize edilip desteklenen bu örgütün yurt içinde bu kadar organize olabilmesi ve neredeyse devleti ele geçirmesi dünya tarihinde örneği olmayan, üzerinde onlarca doktora tezi yazılabilecek bir olaydır. Ama, acı olan; bu olayın, FETÖ’nün ne kadar kötü olduğundan çok, bizim ulus yapımızın ne kadar zayıf olduğumuzu gösterdiğidir. Artık, ‘vay FETÖ’ demiyorum, ‘vay Türk Halkı’ diyorum, üstünde durmamız gereken esas konu da budur.

Ben, bu durumun temel nedenini, kültürel olarak geldiğimiz kurak Orta Asya bozkırlarındaki zor yaşam koşullarına, artan nüfusa karşılık kıt mera varlığına ve sonuçta sürekli göçetme gereksinmesinde kalmış olmamızda görüyorum. Ancak, gideceğiniz her yeni toprağın bir eski sahibi olacağından, sonuçta, kaçınılmaz bir sürekli kavga ve savaş ortamı yaşanacaktır. Bu da, çok sert askeri bir disiplin içinde, bir lider etrafında örgütlenmiş bir sosyal yapılanmayı gerektirmektedir. Bu katı yapılanma, bireye, kendisine verilen sosyal kutucuk içinde kalmaktan başka bir şans bırakmayacağı için de, birey üzerinde inanılmaz bir stres yaratacaktır. Diğer taraftan da devamlı savaşan birey, hem cesur, öz güveni yüksek bir savaşçı olarak yetiştirilmekte, hem de aynı zamanda lider katında hiç önemi olmayan bir varlık durumuna düşmektedir ki bu da birey için çok büyük stresler yaratan bir ikilemdir..

Bazı önde gelen uluslararası üniversitelerin işletme bölümlerinde de okutulduğu gibi, stres altındaki birey, stresi, kendi taşıma kapasitesini aşıp boşaltmak ihtiyacı kaçınılmaz hale gelince de bunu, içinde bulunduğu gurup dışında veya içinde, çok güvendiği diğer bazı kişilere açılarak yapacaktır. Doğal olarak bu, işletmeler açısından kabul edilir bir durum değildir. Bu açılımlar sonucunda da, iç düzen dışında yeni bağlar, gruplaşmalar, kurtuluş fikir ve umutları oluşacaktır. Geleceğini bir tek liderin iki dudağı arasında gören birey, kendisini sıkışmış hissettiği, durumunu kendisinin değiştiremeyeceği paniğine kapıldığı an, doğal olarak yeni dostluklar ve çıkışlar arayacaktır.

Bazen bu stres kaynakları, ulusu dağıtmak isteyenler tarafından yapay olarak da oluşturulabilmektedir. Bunun üretenler açısından en başarılı ama en kötü bir örneği de Osmanlı Devletinin yaşadığı Ermeni sorunudur. Osmanlı devletinde, devleti kuran, besleyen ve koruyan Türk halkından çok daha üst düzeyde bir ayrıcalığa sahip olarak yaşayan Ermeni toplumuna, devleti yıkma amacındaki Rus gizli servisleri tarafından, I. Dünya Savaşı öncesinde, sürekli milliyetçilik tutkuları empoze edilmiş ve tatmin edilemeyen bu duyguların yarattığı stres sonucunda da ayaklanan bireylerin teşviki ve kurulan örgütlere verilen maddi ve silah yardımları sonucu olayın boyutları büyütülmüş ve sonuçta olay, bütün taraflar için gerisini bildiğimizin felaketlere kadar gitmiş, kazanan ise olayı dışarıdan kurgulayan güçler olmuştur.

Bugün ise aynı oyun, ABD ve Batı Dünyası tarafından, ülkemiz üzerinde bu sefer de Kürt halkı kullanılarak oynanmaya çalışılmaktadır.

Türk halkı için bu kolay ayrıştırılabilme durumu, yüzlerce yıl tekrarlandıkça da, neredeyse milli kültürümüz haline gelmiştir.

Tarihimiz boyunca, liderler de bu temel tehlikeyi bildikleri, her an arkadan hançerlenebileceklerinden neredeyse emin oldukları için hep, çevrelerinde önemli görevler verdikleri insanların başarılı olmalarından daha çok, sadık olmalarına önem vermişlerdir. Bu sadakati bazen inanç yoluyla, bazen maddi imkanlarla, bazen de yapılmış yanlışların tehdidi ile sağlamaya çalışmışlardır. Bu durum, maalesef modern Türkiye için de aynen geçerlidir.

Günümüz Türkiye’sine bakarsak, giderek sertleşen bir liderlik ortamında, ekonomik sıkıntılar içinde birbirlerine ötekileştirilmiş bireyler, büyük stresler altındadır. Lider için ise sadakat, hayati önemdedir ve artık başarı ve başarısızlık konusu da eskisi gibi savaş sonucu olduğu gibi net olarak ortaya çıkmayıp, ekonomi ortamında değerlendirildiği, bunun değerlendirmesi ve yorumunun da sözel olarak açıklandığı ve bu da, lider tarafından anlatıldığı için, başarısızlıkların örtülmesi de çok kolaylaşmıştır. 

Bugünün Türkiye’sinde eski ayrışma tehlikesi aynen devam etmekte iken, diğer taraftan teknoloji alanında yepyeni bir gelişme dünya çapında ortaya çıkmış ve yeni iletişim teknolojileri ile sosyal medya sayesinde bireyler bu sefer bilinç altları işlenerek önemsiz tek tipler haline getirilmeye, yani pasivize edilmeye başlanmıştır. 

Bireyin gücünü kaybedip sıradanlaşan, sürü psikolojisi ile kolayca yönlendirilen bir varlık haline gelmekte olması her ne kadar günümüz liderleri için bir avantaj olacak gibi görünse de, gerçek; bir ABD şirketinin, ABD başkanının haberleşmesini kesebilecek hale geldiği bir ortamda, bu tsunami’nin liderlerin üzerinden de geçeceği ve nasıl olacağını henüz tam kestiremediğimiz yepyeni bir dünya düzeninin kurulacağıdır.

 


Kaynakça

Görsel: unsplash.com

 

23-03-2021
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur