Havama, Suyuma, Toprağıma Dokunma

Havama, Suyuma, Toprağıma Dokunma

A+ A-

Hava, Su, Toprak

Yaşamın üç kutsalı, olmazsa olmazı…

Her geçen gün başka bir tehditle karşı karşıya kalıyorlar…

Ve hemen her gün yurdun bir köşesinden aynı çığlık yükseliyor. “HAVAMA, SUYUMA, TOPRAĞIMA DOKUNMA…!”

1 Mart 2022 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanan, “Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.” hükmünün yer aldığı “Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” in yürürlüğe girmesi ile “Havama, Suyuma, Toprağıma Dokunma” yakarışı “Zeytinime Dokunma” ya evrildi.

Peki bu insanların havasına, suyuna, toprağına, zeytinine, ormanına kim dokunuyor?  Hangi gerekçeyle dokunuyor?

Kaz Dağları’nda, Bergama-Ovacık’da, Milas-İkizköy’de, Seferihisar-Orhanlı’da, Tire-Kartal Dağı’nda, Karaburun’da  ve yurdun hemen her köşesinde kolluk kuvveleriyle karşı karşıya kalma pahasına yöre halkı kadın, erkek, çoluk çocuk demeden çığlık çığlığa neden yollara dökülüyor? Sanayileşmeye, yenilenebilir enerjiye, yer altı kaynaklarımızın, doğal zenginliklerimizin ülke yararına kullanılmasına karşı mı tüm bu insanlar? Ya da ne istiyorlar, endişeleri ne?

Aslında konu son ayların ya da yılların konusu değil, “gelişmekte olan” ülke sınıfından bir türlü kurtulamamış olmanın katlana katlana günümüze kadar getirdiği birçok olumsuz sonuçtan biri. Ancak acı olan bu olumsuz sonucun sebeplerini ortadan kaldıracak düzenlemeler yapmak, sistemler geliştirmek yerine sorunu katmerleştiren uygulamaların ısrarla sürdürülmesi. Daha da düşündürücü olan birçok duyarlı yurttaş ve STK nın karşı duruşu ve son olarak 24 Nisan 2022 tarihinde yukarıda anılan yönetmelik değişikliği hakkında Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı aldığının açıklanmasından sonra dahi İdarenin (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı) geri adım atmaması. Peki neden? Neden bu ısrar?

İfade edilen gerekçe; “ülkenin elektrik ihtiyacı”, “sanayinin hammadde ihtiyacı”, “yeni istihdam alanları yaratılması” “cari açığın kapatılması” vb... Ve tüm bu gerekçeler iki kelime ile özetleniyor. “Kamu Yararı”.

                                       

Evet, idare “Kamu Yararı” gerekçesi ile orman, zeytinlik, tarım alanı, korunması gereken alanlar ve hatta sit ve arkeolojik kültür varlıkların bulunduğu alanlar ayrımı yapmaksızın uygun gördüğü hemen her alanda madencilik faaliyetlerine, rüzgar enerjisi santralleri (RES), güneş enerjisi santralleri (GES), jeotermal ve hidroelektrik enerji santralleri (JES ve HES) kurulmasına izin verebiliyor, ve bu tesisler yukarıda sayılan alanlarda bulunan yerleşim yerlerindeki konutlara 100 m. uzaklıkta bile kurulabiliyor.

İşte tartışma da tam bu noktada başlıyor. Yöre halkı, maden ocakları ile, havanın, yer altı ve yer üstü su kaynaklarının, toprağın kirletildiğini, RES lerin kurulması için ormanlarda 70-80 yıllık ağaçların kesildiğini ve Anayasa’nın 56. Maddesinde yer alan “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmünün ihlal edildiğini, sonuç olarak sağlıklı yaşam hakkının ve ekonomik gelir elde ettiği tarımsal faaliyetlerin tehlikeye girdiğini, doğal yaşamın, birçok canlıyı barındıran ekosistemlerin tahrip olduğunu ve ayrıca yapılan yönetmelik değişikliğinin 3573 sayılı "Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun" da yer alan “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır” maddesine de aykırı olduğunu savunuyor.

Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun dışında, 5403 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” nun tarım arazilerin amaç dışı kullanımını düzenleyen 13.maddesinde ve 30 Kasım 2021 de yapılan yönetmelik değişikliği ile 6831 sayılı “Orman Kanunu” nun 17.maddesinde de başta enerji santralleri ve madencilik olmak üzere çeşitli faaliyetlere ve bu faaliyetler ile ilgili tesislerin yapımına “Kamu Yararı” gerekçesi ise izin verilebiliyor.

Yöre halkları, anılan kanun ve yönetmeliklerde “alternatif alanlar, sahalar bulunamaması halinde” ibaresinin yer almasına rağmen İdarenin bu değerlendirmeyi yapmadan doğrudan “Kamu Yararı” gerekçesiyle yaşam alanlarını tehdit edecek faaliyet ve tesislere izin verdiğini iddia ediyor ve “Kamu kim?  Kamu’nun içinde biz de yok muyuz?” diye soruyorlar.

İdare ise belli bir ölçeğin üzerindeki projelerin ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) sürecine tabi olduğunu, çevreye zararlı bir uygulamanın bu aşamada tespit edilip iptal edileceği ya da yenileneceğini, projede de “Kamu Yararı” bulunduğu gerekçesiyle ilgili yöre halklarının çığlıklarına kulaklarını tıkıyor. Yöre halkları da ÇED sürecinin sadece bir formalite olduğunu ve yıllar boyunca ÇED süreci sonucunda olumsuz rapor alan proje sayısının parmakla gösterilebilecek kadar olduğunu ifade ediyor.

Bu noktada yenilenebilir enerji üretimi başta olmak üzere ülkemizdeki enerji üretimi ve madencilikle ilgili yasal düzenlemelerin gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça yetersiz olduğunu, birçok kez gündeme gelmesine rağmen yıllardır bu konuda adım atılmadığını ve bu koşullarda mevcut mevzuata göre yapılacak Çevresel Etki Değerlendirmesi ile rasyonal bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığını da not etmek gerekir.

Şimdi de konunun uzmanlarının şu sihirli kavram (kamu yararı) hakkındaki yorumlarına bakalım. Kamu yararı, hukuki boyutu yanında toplumsal, siyasi ve felsefi boyutları da bulunan, çok yönlü bir kavramdır. Çok genel anlamda halkın ve toplumun refahı ve yararı olarak tanımlanabilir.

Bu soyut kavramın açıklanmasında farklı görüşlerin olması kaçınılmazdır. Bir grup uzman, kamu yararının bireysel yararların toplamından oluştuğunu ve dolayısıyla bireysel yararlarla çelişen bir kamu yararından bahsetmenin mümkün olmayacağını kabul etmektedir. Diğer bir görüşe göre, bireysel yararların gerçekleşmesi kamu yararının da gerçekleşmesini sağlamamakta, ortak yararın gerçekleşmesi bireysel yararların da gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bu görüşe göre tek tek bireylere ait olan yararların dışında ve üzerinde, genel veya ortak bir yarardan bahsetmek mümkün olup, bu kavrama adaletin dağıtımı, savunma ve insan sağlığı gibi unsurlar dahil edilmelidir. Başka bir grup uzman da toplum yararı görüşünü benimsemektedir. Bu görüşe göre bireyin yararı ile toplumun yararının çatışması söz konusu değildir. Bireysel çıkarlar toplumsal yarara aykırı olamaz. Toplum için yararlı olan, bireylerin de yararınadır.

Görüleceği üzere, kamu yararı, sınırları güçlükle tespit edilebilen, toplumsal gelişmelere ve ihtiyaçlara göre değişen nitelikte bir kavram olduğundan, kavrama ilişkin olarak her durumda geçerli sayılabilecek bir tanım yapılması mümkün olmamaktadır.

Aslında kavram, toplumsal değerlerin bir yansımasıdır. Zamana, mekana, topluma (gelişmişlik düzeyi, hukukun üstünlüğü, demokrasi anlayışı vb. norm ve değerler) göre değişen ve şekillenen bir kavramdır. Toplumda meydana gelen değişmeler ve gelişmeler yeni kamu yararı oluşmasına neden olabildiği gibi mevcut olan kamu yararları artık bir anlam ifade etmeyebilir.

Somut konumuza yani İdare’nin ekonomiye yeni kaynaklar yaratma adına izin verdiği faaliyetlere, buna yönelik faaliyetler sonucunda da toplumun azımsanmayacak bir bölümümün havasının, suyunun, toprağının dolayısıyla yaşamının kalitesinden endişe duyması sorununa geri dönersek, kamu yararı sağlayan bu iki etkinlikten (ekonomiye kaynak sağlamak ile sağlıklı kaliteli bir yaşam hakkı) hangisinde “kamu yararının” daha çok olduğunun, hukuksal anlamda “üstün kamu yararının” hangisinde olduğunun kararını vermek gerekmektedir.

            

Bu karar zamana, mekana ve toplumsal değerlere göre değişecektir. Ben “üstün kamu yararının” sürdürülebilir yaşam olduğuna inanıyorum. Bir ırmağın üzerinde üç, dört, hatta beş hidroelektrik santrali yapılmasıyla doğal dengenin bozulması sonucunda oluşan felaketleri yıllar sonra yorumlayan dönemin bir bakanının “HES ler konusunda yanlış yaptık” sözünü anımsayarak, suyun, gıdanın, tarımın ve en büyük karbon yutağı ormanların sürdürülebilir yaşam üzerindeki önemi dikkate alındığında, hoyratça tükettiğimiz başta su ve enerji gibi kaynakların kullanımında yeterince verimlilik sağlanmadan, ek enerji ihtiyacı ve benzeri ekonomik gerekçelerle, geri döndürülmesi çok zor ve çok maliyetli olan ormanların, tarım arazilerinin ve kırsaldaki yaşam alanlarının tahribine yol açacak ekonomik faaliyetlerin, kamu yararından ziyade kamu zararı oluşturduğuna inanıyorum. Toplumların yaşamları boyunca tüm faaliyetlerini dünyanın doğal döngüsü içinde kendilerine sağlayabileceği kaynaklarla sınırlı olarak planlamaları ve sürdürmeleri gereğine inanıyorum.

Umarım on yıl, yirmi yıl sonra da RES’ler, GES’ler, JES’ ler ve Madencilik konusunda da “yanlış yaptık” denmez.

 

 

 


Kaynakça

- https://www.pexels.com/ - Nermin TOMBALOĞLU, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Kamu Yararı Kavramı,

https://dergipark.org.tr/tr/download/articlefile/208442#:~:text=Kamu%20yarar%C4%B1%20kavram%C4%B1%2C%20konulan%20kurallar,bir%20s%C4%B1n%C4%B1rlama%20niteli%C4%9Fi%20de%20ta%C5%9F%C4%B1maktad%C4%B1r.

12-05-2022
Nuri Göktepe

Nuri Göktepe

Tarım

Ankara doğumlu olup üç yaşımdan itibaren İzmir’de yaşamaktayım. Ortaokul ve Lise’yi Bornova Anadolu Lisesi’nde tamamladıktan sonra ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği’nden mezun oldum.

Çalışma hayatıma başta tarımsal sulama olmak üzere çeşitli amaçlara yönelik basınçlı plastik boru üretimi konusunda yurt çapında faaliyet gösteren aile şirketimizde başladım. Daha sonra iş yaşamımı kurucuları arasında olduğum damla sulama boru ve parçaları üretimi ile sulama projeleri tasarımı ve uygulaması konusunda uzmanlaşan şirketimde sürdürdüm. Tarım, sulama, gıda, kırsal kalkınma konularında çalışmalar yapan STK lara üyeliklerim yanı sıra 2018 yılından bu yana kurucuları arasında bulunduğum Basınçlı Sulama Sanayicileri Derneği Genel Sekreterliği görevini sürdürmekteyim.

Otuz yılı aşkın birikimlerime dayalı düşüncelerimi sizlerle paylaşabilmek adına buradayım.

Umarım birlikte düşünür, birlikte üretiriz..

ngoktepe@gmail.com